Küresel enerji sektörü, iklim değişikliği, sürdürülebilirlik endişeleri ve enerji güvenliği kaygıları gibi üç büyük zorlukla karşı karşıyadır. Özellikle, Avrupa’nın Ukrayna krizi sonrası yaşadığı benzeri görülmemiş enerji krizi, sektörde dönüşüme yol açmıştır. Uluslararası Enerji Ajansı’nın raporuna göre, düşük karbonlu enerjiye olan talep artarken, petrol talebi de devam etmektedir. Ancak, fosil yakıtların yanında yenilenebilir enerji kaynakları da hızla büyümektedir. Geleneksel enerji üreticileri, yenilenebilir enerjiye entegrasyonunu göz önünde bulundurarak stratejiler geliştirmektedir.
Bu bağlamda, açık deniz petrol ve gaz platformlarının elektrifikasyonu, enerji endüstrisinde bir dönüşüm sağlama potansiyeline sahiptir. Bu makalede, açık deniz rüzgar enerjisi kullanarak petrol ve gaz operasyonlarının elektrifikasyonunu incelemekteyiz. Bu, sera gazı emisyonlarını azaltmanın yanı sıra enerji verimliliğini artırarak ve operasyonel güvenliği sağlayarak sektöre çeşitli faydalar sağlayabilir.
Norveç ve Kanada gibi ülkelerdeki mevcut projeler, bu yöntemin etkinliğini göstermektedir. Ancak, teknik, düzenleyici ve ekonomik zorluklar da bulunmaktadır. Bu makale, açık deniz enerji geçişinde elektrifikasyonun potansiyelini ve bu dönüşümün düzenleyici yönlerini ele almaktadır.
Ulusal İklim Eylemi: Sera Gazı Emisyonlarının Azaltılması ve Elektrifikasyon Yoluyla Karbon Yoğunluğunun Azaltılması
İklim değişikliğiyle mücadele etmek, ulusal düzeyde önemli bir öncelik haline gelmiştir. Bu bağlamda, hükümetler, sera gazı emisyonlarını azaltmaya yönelik çeşitli yükümlülükler üstlenmektedirler. Elektrifikasyon yoluyla petrol ve gaz çıkarma projelerinin karbon yoğunluğunun azaltılması da bu çabaları destekleyen güçlü bir teşvik olarak ortaya çıkmaktadır. Bu hedeflere ulaşmak için Paris Anlaşması, ulusal iklim hedefleri, çevreyi koruyan anayasal hükümler ve Avrupa Birliği/Avrupa Ekonomik Alanı Emisyon Ticaret Sistemi gibi mekanizmalardan faydalanılmaktadır.
Örneğin, Norveç, 2022 Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı’nda (COP 27) iklim hedeflerini revize ederek ulusal emisyon azaltma hedefini 2030 yılına kadar yüzde 55’e çıkardı. Ayrıca, Norveç, 2050’ye kadar düşük emisyonlu bir toplum olma sözü vermiştir. Bununla birlikte, Norveç’in ekonomisi petrol ve gaz endüstrisine bağımlıdır ve petrol üretimi hala devam etmektedir. Benzer şekilde, Kanada da net sıfır emisyon hedeflerine doğru ilerlemekte ancak petrol ve gaz sektöründen kaynaklanan emisyonlar konusunda zorluklar yaşamaktadır.
Sera gazı emisyonlarının azaltılması ve düşük emisyonlu bir toplum olma hedeflerine rağmen, Norveç ve Kanada gibi ülkeler hala yüksek hidrokarbon çıkarma faaliyetlerine devam etmektedir. Ancak, bu ülkelerde giderek katılaşan karbon fiyatlandırma mekanizmaları, petrol ve gaz sektörünün elektrifikasyonu için bir teşvik sağlamaktadır. Bu mekanizmalar, sera gazı emisyonlarını azaltmaya yönelik doğrudan teşvikler sunmaktadır.
Örneğin, Equinor gibi şirketler, operasyonel emisyonlarını azaltma ve net sıfır hedeflerine ulaşma taahhüdünde bulunmuşlardır. Ayrıca, devletler ve petrol şirketleri arasında yapılan anlaşmalar, sektör emisyonlarının azaltılmasını ve düşük karbonlu enerji üretimine geçişi hızlandırmayı amaçlamaktadır. Karbon fiyatlandırması, bu dönüşüm sürecini desteklemek için etkili bir araç olarak kullanılmaktadır.
Norveç ve Kanada gibi ülkelerde, petrol ve gaz sektöründeki elektrifikasyon çabaları, açık deniz rüzgar enerjisi gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımını teşvik etmektedir. Bu, hem enerji güvenliğini artırırken hem de sera gazı emisyonlarını azaltarak ulusal iklim hedeflerine katkı sağlamaktadır. Ancak, bu dönüşüm süreci teknolojik ve mali zorluklarla karşı karşıyadır ve düzenleyici belirsizliklerle engellenebilmektedir.
Norveç ve Kanada gibi ülkelerdeki elektrifikasyon çabaların, petrol ve gaz sektörünün düşük karbonlu bir geleceğe doğru evrilmesine yardımcı olmaktadır. Bu çabalar, hem çevresel sürdürülebilirlik hem de ekonomik kalkınma açısından önemli bir adım olarak değerlendirilmektedir.
Deniz Üzerindeki Varlıkların Elektrifikasyonu: Düzenleyici Çerçevenin Proje Tasarımına Etkisi
Deniz üstündeki petrol ve gaz varlıklarının elektrifikasyonu, enerji sektöründe önemli bir dönüşümü temsil ediyor. 2022’ye kadar, petrol ve gaz sahalarındaki enerji ihtiyacı genellikle karadan sağlanıyordu. Norveç ve diğer yargı bölgelerinde, petrol ve gaz platformları genellikle mevcut elektrik şebekelerinden besleniyordu ve açık denizdeki varlıklara bağlanıyordu. Ancak, bu durum petrol ve gaz üretimi ile elektrik üretimi arasında ayrı ayrı düşünülen ve ayrı yasal düzenlemelere tabi tutulan faaliyetler olarak algılanıyordu. Elektrifikasyon genellikle, petrol ve gaz platformlarının inşasından sonra gerçekleştiriliyordu. Örneğin, Birleşik Krallık’ta, açık deniz varlıklara yönelik iyileştirmeler veya retrofitler, genellikle mevcut gaz sahalarının modifikasyonu olarak kabul ediliyordu.
Ancak, Kasım 2022’de Norveç’teki Gullfaks ve Snorre sahalarına elektrik sağlayan Hywind Tampen açık deniz rüzgar çiftliği, bu durumu değiştirdi. Bu proje, Norveç açık denizindeki petrol ve gaz sahalarına elektrik sağlamak amacıyla inşa edilmiş yeni bir üretim tesisi aracılığıyla elektrik üretmeye başladı. Bu, petrol ve gaz sahalarının bir modifikasyonu olarak değil, bağımsız bir proje olarak ele alındı. Ancak, bu tür projelerin düzenlenmesi, yasal ve düzenleyici çerçevenin karmaşıklıkları nedeniyle önemli zorluklarla karşılaşmaktadır.
Açık deniz rüzgar enerjisi projeleri, karada üretilen elektriğe kıyasla bir dizi teknik ve pratik avantaj sunmaktadır. Örneğin, elektriğin uzun mesafelerde taşınması ihtiyacını ortadan kaldırarak maliyetli deniz altı kablolarına olan gereksinimi azaltabilir. Ayrıca, açık deniz rüzgar enerjisi projeleri, iklim değişikliği stratejilerini destekleyerek yenilenebilir enerji kullanımını teşvik eder.
Ancak, açık deniz petrol ve gaz varlıklarının elektrifikasyonu henüz gelişme aşamasındadır. Teknolojik ve mali zorluklar önemli bir engel oluştururken, düzenleyici belirsizlikler de projelerin geliştirilmesini zorlaştırıyor. Proje tasarımı ve düzenleyici çerçevenin belirlenmesi, açık deniz rüzgar enerjisi projeleri için kritik öneme sahiptir. Bu çerçevenin netleştirilmesi, gelecekteki projelerin başarılı bir şekilde geliştirilmesini ve uygulanmasını sağlayacaktır.
Petrol ve Gaz Sektörü ile Yenilenebilir Enerji: Elektrifikasyonun Yeni Yolu
Petrol ve gaz ile yenilenebilir enerji sektörleri, önemli bir dönemde bir araya geliyor. Petrol ve gaz endüstrisi aktörleri, yenilenebilir enerji kaynaklarını geleneksel fosil yakıt projelerine entegre etme yolunda artan bir ilgi gösteriyorlar. Bu trendin örneklerinden biri, Norveç’te 1996’da Troll East (A) platformunda başlayan açık deniz ortamındaki petrol ve gaz üretim platformlarının elektrifikasyonudur.
Açık deniz rüzgar enerjisi kaynaklarının kullanımı, petrol ve gaz endüstrisi için yeni karbondan arındırma fırsatları sunmakta ve küresel açık deniz rüzgar enerjisi sektörü için yeni ticari olanaklar yaratmaktadır. Ancak, mevcut petrol ve gaz üretim platformlarıyla açık deniz yenilenebilir enerji varlıklarının başarılı bir şekilde entegre edilmesi, elektrifikasyon sürecindeki mevcut düzenleyici rejimle ilgili önemli yasal zorlukları da beraberinde getirmektedir.
Bu makalede, elektrifikasyon projelerinin doğasını sınıflandırmak için çeşitli senaryolar incelenmiştir. Açık deniz projeleri arasındaki ilişki, projenin amacı ve projenin zamanlaması gibi faktörler, analizde kullanılan ana unsurlardır. Ele alınan bu faktörler, elektrifikasyon projelerinin düzenleyici açıdan nasıl ele alınması gerektiğine dair önemli ipuçları sağlamaktadır.
Norveç’in offshore petrol ve gaz varlıklarının elektrifikasyonuyla ilgili düzenleyici deneyimleri, gelecekteki düzenleyici rejimler için bir model olabilir. Bu model, rüzgar enerjisinin petrol ve gaz rejiminin bir parçası olduğu veya her projenin ayrı bir lisanslama ve düzenleme süreci izlediği ‘hızlı ilerleyen’ elektrifikasyon projelerini içerebilir. Ancak, bu modelin tüm düzenleme sorunlarını çözmediği ve projeye uygulanan yasal rejimlerin ve bu seçimin sonuçlarının dikkatlice incelenmesi gerektiği unutulmamalıdır.
Küresel açık deniz rüzgar enerjisi endüstrisinin geleceğine bakarken, endüstri ve politika yapıcılarının, sektörün genel yapısını ilerletmek için çaba göstermeleri gerekmektedir. Bu çaba, stratejik açık deniz petrol ve gaz varlıklarının karbondan arındırılması için rüzgar enerjisinin elektrifikasyonunu da içermelidir. Ayrıca, yenilenebilir enerji kaynaklarının ve mevcut açık deniz altyapısının rolünü gözden geçirmek için yasal ve düzenleyici çerçeveleri yeniden değerlendirmek önemlidir.
Sonuç olarak, Norveç ve Kanada’daki deneyimler, açık deniz rüzgar enerjisi projelerinin petrol ve gaz platformlarıyla birlikte geliştirilmesinin önemini vurgulamakta ve yenilenebilir enerjinin yaygınlaştırılması için yasal ve düzenleyici çerçevelerin netleştirilmesi gerektiğini göstermektedir. Bu çalışmaların daha fazla araştırma ve gelişme için bir temel oluşturduğu kabul edilmelidir.
Yazarlar, World Energy Law & Business dergisinin editöryel desteği ve hakemlerin değerli yorumları için teşekkür ederler. Ancak, tüm hatalar ve eksiklikler yazarların sorumluluğundadır.
Kaynak: Dünya Enerji Hukuku ve Ticaret Dergisi , Cilt 17, Sayı 1, Şubat 2024, Sayfa 35–53
Son yıllarda, hem varlık sahiplerinin hem de yöneticilerin UNPRI ve BM Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri gibi küresel girişimleri giderek daha fazla benimsemesiyle, yatırımcıların ilgisinde ESG uyumlu yatırımlara doğru gözle görülür bir değişim yaşandı. Bu eğilime, sürdürülebilir yatırım seçeneklerine yönelik perakende talebinde gözle görülür bir artış eşlik ediyor. Bu değişimler, varlık sahiplerinin ve yöneticilerinin ESG hakkındaki duruşlarını ve yatırım karar alma süreçlerindeki rolünü net bir şekilde tanımlamaları için bir fırsat yaratıyor.
ESG faktörleri ile yatırım kararı alma arasındaki gelişen bağlantı, fonları ve varlık yönetimi sektörünü önemli ölçüde etkiliyor. Varlık sahipleri ve yöneticileri, önerilen herhangi bir işlemde veya yatırım kararında ESG hususlarını hesaba katmak konusunda kendilerini giderek daha fazla yükümlü buluyorlar. Bu, sürdürülebilirlik risklerinin uygun şekilde değerlendirilmesini ve yatırımların müvekkillerinin veya yararlanıcılarının ESG tercihleriyle uyumlu olmasını sağlar. Sonuç olarak, ESG konularının entegrasyonu yalnızca bir uyum çalışması olmaktan çıkıp varlık sahipleri ve yöneticileri için temel bir iş hususu haline geldi.
Bu gelişmeleri yakından takip ederek, işletmelerin ESG süreçlerinde ihtiyaçları olan entegrasyonu sağlama konusunda geniş deneyime sahibiz. Hizmetlerimiz, organizasyon düzeyinde stratejik ve operasyonel tavsiyeler sunmaktan, ESG ile ilgili stratejilerin başlatılmasına veya yatırım yapılmasına yardımcı olmaya kadar uzanır.
Kurumsal amaç, hesap verebilirlik ve operasyonel dayanıklılığa artan vurgu, kurumsal stratejiler kapsamında çevresel, sosyal ve yönetişim (ESG) hususlarının önemini artırmaya devam ediyor.
Geçmişte bu tür konular genellikle finansal değeri azaltıcı olarak görülebilirken, artık sürdürülebilir iş uygulamalarının yalnızca riskleri azaltmakla kalmayıp aynı zamanda şirketlerin değerini de artırdığına dair giderek artan bir farkındalık var. Her işletmenin farklı riskleri olsa da, iklim değişikliği etkisi, yolsuzluk gibi etik ihlaller, işçi hakları ihlalleri, modern kölelik ve insan hakları ihlalleri, cinsel taciz iddiaları, iş yeri kültürü ve vergi kaçakçılığı gibi konular yaygın riskler arasında yer alıyor.
İşletmelere, fırsatları yakalarken ESG risklerini etkili bir şekilde yönetmeye yönelik stratejileri anlamalarına ve uygulama süreçlerinde yol arkadaşı oluyoruz. Yönetişim, insan hakları, iklimle ilgili kaygılar ve topluluk katılımını kapsayan derin uzmanlığımızdan ve kapsamlı pazar bilgimizden yararlanarak, işletmelerin uzun vadeli dayanıklı temellerde, başarı bir ESG ortamını en sağlıklı yöntemlerle yönetecek stratejileri geliştiriyoruz.