Her yıl Mayıs ayının ilk haftasında kutlanan Danıştay ve İdari Yargı Haftası, yalnızca yargının bir kolunun anılması değil; aynı zamanda hukuk devleti ilkesinin hayata geçirilmesinde oynadığı rolün görünür kılınması açısından da büyük önem taşır. Bu hafta, bireylerin kamu gücüne karşı hak arayışlarının yegâne güvencesi olan idari yargı sistemini, bir başka ifadeyle “hukukun idare üzerindeki denetimini” hatırlamak için bir fırsattır.
Anayasamızın 155. maddesi uyarınca Danıştay, “idari yargı mercilerinin en üstü” olarak tanımlanmıştır. Görevleri yalnızca temyiz mercii olmakla sınırlı değildir; aynı zamanda idari düzenlemeler hakkında görüş bildirme, yönetmelik taslaklarını inceleme ve kamu yararı çerçevesinde hukuki istikrarı sağlama fonksiyonlarını da içerir. Danıştay, bu yönüyle hem hukuki hem de kurumsal denetimin mihenk taşıdır.
İdari yargının temel misyonu, idarenin işlem ve eylemlerini hukuka uygunluk denetimine tabi tutmaktır. Anayasa’nın 125. maddesi ile idarenin tüm işlemlerine karşı yargı yolunun açık olması teminat altına alınmıştır. Bu hüküm, sadece bir usul garantisi değil; hukuk devletinin yapı taşı niteliğindedir.
Bireylerin, kamu otoritelerinin işlemlerinden doğrudan etkilendiği vergi işlemleri, ruhsat iptalleri, kamu görevlilerinin atamaları, kamulaştırmalar, çevresel etki kararları gibi sayısız alanda idari yargı devreye girerek vatandaşın hukukunu korur.
Günümüzde devletin idari yapısı, merkeziyetçi, teknik ve zaman zaman erişilmesi zor bir biçime bürünmektedir. Bu durum karşısında bireyin hak arama imkânı çoğu zaman idari yargı yoluyla mümkün hale gelmektedir. Danıştay ve ilk derece idare mahkemeleri, yalnızca bireysel uyuşmazlıkları çözmekle kalmaz, aynı zamanda idarenin gelecekteki uygulamalarına yön verir ve kamusal denetim işlevi görür.
İdari yargı, aynı zamanda kamu vicdanını temsil eden bir “denge ve denetim” mekanizmasıdır. Her iptal kararı, yalnızca ilgili işlem için değil; tüm kamu yönetimi için bir içtihat teşkil eder, davranış sınırlarını çizer. Bu nedenle, kamu idareleri karşısında bireyin haklarını koruyabilmek, yalnızca anayasal bir düzenlemeyle değil, aktif ve erişilebilir bir idari yargı sistemiyle mümkündür.
Bugün artık e-Devlet uygulamaları, dijital kamu hizmetleri ve algoritmalarla yönetilen idari karar süreçleri, idarenin dijitalleşmesini gündeme getirmiştir. Bu gelişmeler, hukuk devleti ilkesinin yeni bir sınavından geçtiğini gösteriyor. Yapay zekâ destekli kamu kararları, otomatik ret sistemleri ya da erişim sorunu yaşayan gruplar, idari yargının işlevini daha da kıymetli hale getiriyor.
Dolayısıyla yalnızca klasik idari işlemler değil; dijital çağın yeni idari düzenlemeleri de yargı denetimine açık olmalıdır. Bu bağlamda idari yargı, çağın gerekliliklerine göre yeniden yapılandırılmalı, daha hızlı ve erişilebilir kılınmalıdır.
İdare, hukukla sınırlı oldukça güçlenir.
Yargı, bağımsız ve etkin oldukça güven verir.
Birey, hakkını arayabildikçe özgürleşir.
Hukukun üstünlüğüne dayalı bir toplumda, idari yargının güçlenmesi yalnızca adaletin değil; kamu yönetiminin de meşruiyet zeminini oluşturur.
Son yıllarda, hem varlık sahiplerinin hem de yöneticilerin UNPRI ve BM Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri gibi küresel girişimleri giderek daha fazla benimsemesiyle, yatırımcıların ilgisinde ESG uyumlu yatırımlara doğru gözle görülür bir değişim yaşandı. Bu eğilime, sürdürülebilir yatırım seçeneklerine yönelik perakende talebinde gözle görülür bir artış eşlik ediyor. Bu değişimler, varlık sahiplerinin ve yöneticilerinin ESG hakkındaki duruşlarını ve yatırım karar alma süreçlerindeki rolünü net bir şekilde tanımlamaları için bir fırsat yaratıyor.
ESG faktörleri ile yatırım kararı alma arasındaki gelişen bağlantı, fonları ve varlık yönetimi sektörünü önemli ölçüde etkiliyor. Varlık sahipleri ve yöneticileri, önerilen herhangi bir işlemde veya yatırım kararında ESG hususlarını hesaba katmak konusunda kendilerini giderek daha fazla yükümlü buluyorlar. Bu, sürdürülebilirlik risklerinin uygun şekilde değerlendirilmesini ve yatırımların müvekkillerinin veya yararlanıcılarının ESG tercihleriyle uyumlu olmasını sağlar. Sonuç olarak, ESG konularının entegrasyonu yalnızca bir uyum çalışması olmaktan çıkıp varlık sahipleri ve yöneticileri için temel bir iş hususu haline geldi.
Bu gelişmeleri yakından takip ederek, işletmelerin ESG süreçlerinde ihtiyaçları olan entegrasyonu sağlama konusunda geniş deneyime sahibiz. Hizmetlerimiz, organizasyon düzeyinde stratejik ve operasyonel tavsiyeler sunmaktan, ESG ile ilgili stratejilerin başlatılmasına veya yatırım yapılmasına yardımcı olmaya kadar uzanır.
Kurumsal amaç, hesap verebilirlik ve operasyonel dayanıklılığa artan vurgu, kurumsal stratejiler kapsamında çevresel, sosyal ve yönetişim (ESG) hususlarının önemini artırmaya devam ediyor.
Geçmişte bu tür konular genellikle finansal değeri azaltıcı olarak görülebilirken, artık sürdürülebilir iş uygulamalarının yalnızca riskleri azaltmakla kalmayıp aynı zamanda şirketlerin değerini de artırdığına dair giderek artan bir farkındalık var. Her işletmenin farklı riskleri olsa da, iklim değişikliği etkisi, yolsuzluk gibi etik ihlaller, işçi hakları ihlalleri, modern kölelik ve insan hakları ihlalleri, cinsel taciz iddiaları, iş yeri kültürü ve vergi kaçakçılığı gibi konular yaygın riskler arasında yer alıyor.
İşletmelere, fırsatları yakalarken ESG risklerini etkili bir şekilde yönetmeye yönelik stratejileri anlamalarına ve uygulama süreçlerinde yol arkadaşı oluyoruz. Yönetişim, insan hakları, iklimle ilgili kaygılar ve topluluk katılımını kapsayan derin uzmanlığımızdan ve kapsamlı pazar bilgimizden yararlanarak, işletmelerin uzun vadeli dayanıklı temellerde, başarı bir ESG ortamını en sağlıklı yöntemlerle yönetecek stratejileri geliştiriyoruz.