• Gedikoğlu Law & Consultancy - Reliable and Innovative
  • +90 (216) 266 79 25
  • info@gdhukuk.com
  • ANASAYFA
  • HAKKIMIZDA
    • Vizyonumuz
    • Sürdürülebilirlik
      • Gedikoğlu Hukuk ile Sürdürülebilirlik
      • Küresel Başarı için Güçlenen Kadınlar
      • İşte Eşitlik ve Kapsayıcılık
    • Kariyer
    • Ekibimiz
  • FAALİYET ALANLARIMIZ
    • ESG ve Sürdürülebilirlik
    • Şirketler Hukuku
    • Uluslararası Ticari İşlemler
    • Etki Yatırımı
    • Sürdürülebilir ve Yeşil Finans
    • Yeşil Enerji
    • Bilgi Teknolojileri ve İnternet Hukuku
    • İcra ve İflas Hukuku
    • Tahkim ve Arabuluculuk
    • İş Hukuku
    • Gayrimenkul ve İnşaat Hukuku
    • Yabancılar ve Vatandaşlık Hukuku
    • Start-Up Hukuku
    • Kişisel Verilerin Korunması
  • BLOG
  • İLETİŞİM
  • English
    • Türkçe
    • English

Kıyılarda Mülkiyet ve Yapılaşma Rejimi

gdhukuk
May 27, 2025
Blog
2025, avukat, blog, gedikoğlu, Gedikoğlu Hukuk, hukuk, Kıyılarda Mülkiyet, rapor, sürdürülebilirlik, Yapılaşma Rejimi
Türkiye’nin Yeni Eşiği İklim Kanunu Teklifi Üzerine Hukuki ve Stratejik Bir Değerlendirme
May 27, 2025
Bankacılık Sektöründe Sürdürülebilirlik Performansının Yeni Ölçütü: Yeşil Varlık Oranı Tebliği Üzerine Genel Değerlendirme
May 27, 2025

Kıyılar, ne tam anlamıyla kara ne de tam anlamıyla denizdir; fiziksel coğrafyanın sınır çizgisi olduğu kadar hukukun ve toplumsal farkındalığın da sınav alanıdır. Bu eşsiz geçiş bölgesi, yalnızca doğal güzellikleriyle değil; tarih boyunca barındırdığı toplumsal, ekonomik ve ekolojik değerlerle de korunması gereken ortak mirasımızdır. Ancak bu alanların hukuki rejimi, Türkiye’de tarihsel olarak ihmal edilmiş, ekonomik kalkınmanın gölgesinde uzun süre belirsizlik içinde kalmıştır.

Bugün geldiğimiz noktada, kıyıların özel mülkiyete konu olamayacağı, yapılaşmanın kamu yararı ilkesiyle sınırlandığı bir hukuk düzeni kurgulanmış olsa da, geçmişten devralınan özel mülkiyet iddiaları ve plansız yapılaşma mirası bu düzenin sağlıklı işlemesine engel teşkil etmektedir.

1. Kıyının Hukuki Statüsünün Evrimi: Sosyokültürel ve Ekonomik Belirleyiciler

Türkiye’nin kıyı hukuku geçmişi, bir bakıma denizle kurduğu mesafeli ilişkiyi yansıtır. Karasal geleneklerin baskın olduğu bu coğrafyada, kıyılar uzun süre ya göz ardı edilmiş ya da tarım arazisi gibi değerlendirilmiştir. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan süreçte kıyılarda mülkiyet serbestliği hâkim olmuş; 20. yüzyılın son çeyreğine kadar kıyılar satılabilmiş, çitlerle çevrilebilmiş ve ruhsatlı yapılarla donatılabilmiştir.

Turizmin yükselişi ve kıyıların ekonomik birer değer haline gelmesiyle birlikte, kamuoyunun bakışı değişmiş ve kıyıların kamusal alan olarak korunması gerekliliği gündeme gelmiştir. Bu değişim, ancak 1982 Anayasası ile anayasal güvenceye kavuşmuş; hemen ardından yürürlüğe giren Kıyı Kanunu ile kıyıların özel mülkiyete kapatılması ve yapılaşmanın sıkı denetim altına alınması sağlanmıştır.

2. Kıyılarda Yapılaşma ve Planlama Rejimi: Sınırlama mı, İstisnalar mı?

Kıyı Kanunu’na göre kıyı çizgisi ile kıyı kenar çizgisi arasında kalan alanlar mutlak koruma altındadır. Bu alanda ancak kamu yararına olan ve kıyının fonksiyonuna uygun yapılar —örneğin iskele, mendirek, liman gibi— yapılabilir. Kanun, kıyı kenar çizgisinden itibaren minimum 100 metrelik sahil şeridini ise ilk 50 metre ve ikinci 50 metre olmak üzere ikiye ayırarak sınırlı ve kontrollü yapılaşmaya izin vermektedir.

Ancak planlama rejiminin sağladığı bu koruma, geçmişte yapılan istisnai düzenlemeler, af yasaları ve yerel uygulamalar nedeniyle sıklıkla delinmiştir. Özellikle 2018 tarihli İmar Barışı düzenlemesi, kıyılardaki kaçak yapıların tescillenmesini kolaylaştırarak geri dönüşü zor bir hukuki ve çevresel tahribata yol açmıştır.

3. Mülkiyetin Silsilesi: Doldurma, Kurutma, İhya ve Kadastro

Bugün kıyı alanlarında karşılaştığımız özel mülkiyetlerin önemli bir kısmı, tarihsel süreçte doldurma-kurutma, ihya, kadastro uygulamaları ve hatta miras yoluyla oluşmuştur. Oysa Medeni Kanun, kıyıları devletin hüküm ve tasarrufundaki yerler arasında saymaktadır. Kıyı Kanunu ve ilgili yönetmelikler, kıyılarda bulunan bu tür mülkiyetlerin iptali gerektiğini açıkça belirtmektedir.

Yargıtay, uzun yıllar boyunca bu doğrultuda kararlar vermiş ve kıyı alanlarındaki tapuların tazminatsız iptaline hükmetmiştir. Ancak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Türkiye’yi mülkiyet hakkı ihlali nedeniyle mahkûm etmesi sonrası, iç hukukta da kıyılardaki tapu iptallerine karşılık tazminat ödenmesi gerektiği yönünde bir yaklaşım benimsenmiştir. Bu durum, fiilen özel mülkiyetin devam ettiği kıyı alanlarının hukuken gri bir bölgede kalmasına yol açmıştır.

4. Hukuki Kaosun Sınırında: Kıyılarda Gerçek Çözüme Ne Kadar Yakınız?

Bugün hâlâ Türkiye’nin dört bir yanında kıyılarda satılan arsalar, ruhsatlandırılan yapılar ve kıyıya ulaşımı engelleyen özel alanlar bulunmaktadır. Bu durum, Anayasa’nın kıyıların serbest ve eşit kullanımına ilişkin açık hükmüyle açık bir çelişki içerisindedir. Kıyıların kamusal niteliğini koruyabilmek için şu üç alanda acil müdahale gereklidir:

  • Mülkiyetin Hukuken Netleştirilmesi: Tapu iptali ve tazminat süreçleri yeknesak şekilde işletilmeli, fiili özel mülkiyet sona erdirilmelidir.
  • Planlamada İstisna Rejiminin Sona Erdirilmesi: Özellikle turizm teşvikleri ve af yasaları yoluyla yapılaşmayı meşrulaştıran istisnai düzenlemeler tekrar gözden geçirilmelidir.
  • Kurumsal Farkındalık ve Denetim: Kıyı çizgisi ve sahil şeridi belirlemeleri bilimsel esaslara göre güncellenmeli, yerel yönetimler ve merkezi idare arasında koordinasyon sağlanmalıdır.

“Yarın Artık Bugündür”

Kıyılar, yalnızca bugünün ekonomik değerleriyle değil, geleceğin doğal mirası ve yaşam alanları olarak korunmalıdır. Hukuki düzenlemeler, yalnızca metinlerde değil, uygulamada da etkin olmalıdır. En mükemmel yasa bile ancak eşit ve istisnasız uygulandığında adalet üretir. Kıyıların akıbetini bireylerin inisiyatifine bırakmak değil, kolektif hukuki ve idari akılla düzenlemek zorundayız. Çünkü kıyılar ne sadece coğrafi bir alan ne de sadece bir tatil mekanıdır. Kıyılar, ortak yaşamın ve adil paylaşımın sınav alanıdır.

Paylaş
77
gdhukuk
gdhukuk

Recommended Shares

June 9, 2025

Türkiye’de Elektrikli Araç Şarj Altyapısı, Yasal Çerçeve ve Şirketlerin Yükümlülükleri


More
June 9, 2025

İnşaat Atıklarında Sorumlular Kim ve Süreç Nasıl Yönetilmeli?


More
June 9, 2025

Binalarda Enerji Performansı Ulusal Hesaplama Yöntemi 2025 Değişiklikleri


More
Gedikoğlu Hukuk

Cevizli Mah. Tugay Yolu Cad. No:10A,
Oyak Dragos, A Blok, K:10, D:74
Maltepe, İstanbul

info@gdhukuk.com
+90 (216) 266 79 25

Site Map


  • → Home
  • → About Us
  • → Practice Areas
  • → Blog
  • → Contact

Institutional


  • → Clarification Text
  • → Privacy Policy
© 2025 Gedikoğlu Law & Consultancy. All Rights Reserved.
  • Translation of the by page is not available

 

Son yıllarda, hem varlık sahiplerinin hem de yöneticilerin UNPRI ve BM Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri gibi küresel girişimleri giderek daha fazla benimsemesiyle, yatırımcıların ilgisinde ESG uyumlu yatırımlara doğru gözle görülür bir değişim yaşandı. Bu eğilime, sürdürülebilir yatırım seçeneklerine yönelik perakende talebinde gözle görülür bir artış eşlik ediyor. Bu değişimler, varlık sahiplerinin ve yöneticilerinin ESG hakkındaki duruşlarını ve yatırım karar alma süreçlerindeki rolünü net bir şekilde tanımlamaları için bir fırsat yaratıyor.

ESG faktörleri ile yatırım kararı alma arasındaki gelişen bağlantı, fonları ve varlık yönetimi sektörünü önemli ölçüde etkiliyor. Varlık sahipleri ve yöneticileri, önerilen herhangi bir işlemde veya yatırım kararında ESG hususlarını hesaba katmak konusunda kendilerini giderek daha fazla yükümlü buluyorlar. Bu, sürdürülebilirlik risklerinin uygun şekilde değerlendirilmesini ve yatırımların müvekkillerinin veya yararlanıcılarının ESG tercihleriyle uyumlu olmasını sağlar. Sonuç olarak, ESG konularının entegrasyonu yalnızca bir uyum çalışması olmaktan çıkıp varlık sahipleri ve yöneticileri için temel bir iş hususu haline geldi.

Bu gelişmeleri yakından takip ederek, işletmelerin ESG süreçlerinde ihtiyaçları olan entegrasyonu sağlama konusunda  geniş deneyime sahibiz. Hizmetlerimiz, organizasyon düzeyinde stratejik ve operasyonel tavsiyeler sunmaktan, ESG ile ilgili stratejilerin başlatılmasına veya yatırım yapılmasına yardımcı olmaya kadar uzanır.



 

Kurumsal amaç, hesap verebilirlik ve operasyonel dayanıklılığa artan vurgu, kurumsal stratejiler kapsamında çevresel, sosyal ve yönetişim (ESG) hususlarının önemini artırmaya devam ediyor.

Geçmişte bu tür konular genellikle finansal değeri azaltıcı olarak görülebilirken, artık sürdürülebilir iş uygulamalarının yalnızca riskleri azaltmakla kalmayıp aynı zamanda şirketlerin değerini de artırdığına dair giderek artan bir farkındalık var. Her işletmenin farklı riskleri olsa da, iklim değişikliği etkisi, yolsuzluk gibi etik ihlaller, işçi hakları ihlalleri, modern kölelik ve insan hakları ihlalleri, cinsel taciz iddiaları, iş yeri kültürü ve vergi kaçakçılığı gibi konular yaygın riskler arasında yer alıyor.

İşletmelere, fırsatları yakalarken ESG risklerini etkili bir şekilde yönetmeye yönelik stratejileri anlamalarına ve uygulama süreçlerinde yol arkadaşı oluyoruz. Yönetişim, insan hakları, iklimle ilgili kaygılar ve topluluk katılımını kapsayan derin uzmanlığımızdan ve kapsamlı pazar bilgimizden yararlanarak, işletmelerin uzun vadeli dayanıklı temellerde, başarı bir ESG ortamını en sağlıklı yöntemlerle yönetecek stratejileri geliştiriyoruz.