S&P Global’ın “2025’te İzlenecek 10 Önemli Sürdürülebilirlik Trendi” raporu, sürdürülebilirlik stratejilerini şekillendirecek megatrendlere odaklanırken, şirketlerin karşılaştığı zorlukları ve fırsatları da vurguluyor. Jeopolitik huzursuzluk, iklim değişikliği ve enerji geçişi gibi küresel megatrendlerin, organizasyonların hızla değişen ortamda sürdürülebilirlik stratejilerini uyarlamalarını zorunlu kıldığına dikkat çekiliyor.
1- Politika
2025 yılı, sürdürülebilirlik, iklim ve enerji dönüşümü politikaları açısından seçim sonuçlarının küresel sahneyi yeniden şekillendireceği bir dönem olacak. ABD’de Donald Trump’ın başkanlığıyla birlikte iklim değişikliğiyle mücadele ve çevre koruma yasalarının gevşetilmesi beklenirken, eyalet yönetimleri ve özel sektör sürdürülebilirlik girişimlerini sürdürebilir. İklim politikaları siyasi bir tartışma konusu olmaya devam etse de, doğal afetlerin artan etkileri nedeniyle toplumların bu risklere uyum sağlamasına yönelik politikalar öne çıkabilir. ABD’de artan iklim felaketleri, sigorta maliyetlerini yükseltiyor ve bu durum, iklim değişikliğinin etkilerini hafifletmeye yönelik politikaların her iki siyasi taraf için de önem kazanmasına yol açabilir.
Şirketler açısından bakıldığında, bazı büyük firmalar sürdürülebilirlik taahhütlerinden geri adım atsa da, yatırımcı ve tüketicilerin artan talebi bu eğilimi dengeleyebilir. Küresel istikrarsızlık arttıkça, enerji güvenliği ve sanayi politikaları, iklim politikalarının merkezinde yer almaya devam edecek. Şirketler için karmaşık düzenleyici ortamlar, artan dava riskleri ve uluslararası standartlara uyum zorunluluğu, güçlü kurumsal yönetişim uygulamalarının önemini artıracak. Bu nedenle, şirketlerin mevzuata uyum sağlayarak yaptırım ve itibar risklerinden kaçınmaları kritik hale gelecek.
2- Enerji Geçişi
2025’te enerji geçişi, politikaj ve piyasa güçleri arasında bir çatışma ile şekillenecek. Temiz teknoloji alanında önemli ilerlemeler kaydedilmiş olsa da, jeopolitik belirsizlikler ve enerji güvenliği ile maliyetlerinin ön planda olması, karbon salınımının azaltılmasına yönelik çabaları yavaşlatabilir. Politik baskılar, temiz enerji hedeflerinin gevşetilmesine yol açabilir ve özellikle veri merkezi genişlemelerinden kaynaklanan enerji talebindeki artış, fosil yakıtların elektrik arzına katkısının artmasına neden olabilir. Bu gerilim, temiz enerji yatırımlarının arttığı ABD’de daha belirgin hale gelecek; ancak ülke, aynı zamanda dünyanın en büyük petrol ve doğalgaz üreticisi.
Temiz teknolojiler büyümeye devam edecek olsa da, bazı yenilenebilir projeler kârlılık sorunlarıyla karşı karşıya. Çin’in etkisiyle güneş enerjisi ve batarya gibi bileşenlerin maliyetlerinin düşmesi, yenilenebilir enerjileri daha cazip hale getirecek; ancak potansiyel politika değişiklikleri, yatırımcı güvenini sarsabilir. Ayrıca, düşük karbonlu elektrik sağlama potansiyeli nedeniyle nükleer enerji yeniden ilgi görebilir. Ülkelerin, Paris Anlaşması hedeflerine uygun olarak emisyonları azaltma planlarını içeren güncellenmiş Ulusal Katkı Belirtileri (NDC) sunması, enerji geçişinin gelecekteki hızını belirleyecektir.
3- Fiziksel İklim Riskleri
İklim tehlikeleri dünya çapında kötüleşirken, şirketler ve hükümetler daha sıkı açıklama standartları ile karşı karşıya kalacak. Yatırım yapılmadığı takdirde, iklimin ekonomik büyüme üzerindeki etkileri artacak ve bölgesel farklılıklar gösterecektir. Şirketler, fiziksel iklim risklerinin potansiyel etkilerini değerlendirme ve raporlama konusunda zorlanacak ve bu durum, daha fazla uyum ve dayanıklılık planı yapılmasını zorunlu kılacaktır. Artan açıklama standartları ve kamusal denetim, şirketleri iklim risklerini yönetme konusunda daha fazla adım atmaya teşvik edecektir.
4- İklim Finansmanı
İklim finansmanı açığı büyük bir sorun olmaya devam ediyor, ancak pratik çözümlere odaklanmak ve artan hırs seviyeleri, anlamlı bir özel sermaye mobilizasyonunu tetikleyebilir. Gelişen ülkelerin iklim değişikliği ve enerji dönüşümü için yıllık 3.2 trilyon dolar yatırım ihtiyacı bulunduğu tahmin ediliyor. Bu ihtiyaçların bir kısmı yerel kaynaklardan sağlanabilirken, büyük kısmı dış finansmanla karşılanmalıdır. COP29’da, gelişmiş ülkelerden gelen kamu kaynakları, çok taraflı kalkınma bankaları (MDB’ler) ve özel sermaye ile sağlanacak finansman hedefi 300 milyar dolar olarak belirlenmiş olsa da, bu miktar yatırım ihtiyacını karşılamaktan uzak kalmaktadır.
5- Karbon Piyasaları
2025’te küresel karbon piyasalarının hız kazanması bekleniyor. Paris Anlaşması’nın 6. Maddesi’nde sağlanan anlaşmalar, karbon piyasalarındaki yatırım mobilizasyonunu hızlandıracak ve ülkeler arasında emisyon azaltma hedeflerine ulaşmak için işbirliği yapma mekanizmaları sunacak. Bu gelişmeler, karbon kredisi ticaretinin nasıl yapılacağını belirleyen kurallar ve yöntemler sağlayarak, ülkelerin karbon ticareti yapmasını daha şeffaf hale getirecek. Özellikle, gelişmiş ülkeler karbon piyasalarına uyum sağlayarak emisyonları düşürme konusunda daha etkili çözümler ararken, gelişmekte olan ülkeler de iklim finansmanı sağlamak için karbon piyasalarını tasarlamaya ve uygulamaya devam ediyor.
6- Doğa
2025’te doğa, şirketlerin sürdürülebilirlik stratejilerine daha fazla dahil edilecek. Biyolojik çeşitlilik kaybı ve iklim değişikliği arasındaki ilişki giderek daha fazla fark edilecek ve bu sorunları aynı anda ele almak için somut adımlar atılacak. Ayrıca, biyolojik çeşitliliği destekleyen finansal araçlar artacak, örneğin mavi tahviller ve biyolojik çeşitlilik kredi pazarı gibi yeni araçlar gelişecek. Bu adımlar, doğaya dayalı çözümler (NbS) ile daha sürdürülebilir bir yaklaşım benimsemeyi teşvik edecek.
2025’te, biyolojik çeşitlilikle ilgili raporlama standartlarının geliştirilmesine yönelik çalışmalar artacak. Uluslararası Sürdürülebilirlik Standartları Kurulu, biyolojik çeşitliliği 2024-2026 çalışma planına dahil ederek, şirketlerin doğaya dayalı riskleri nasıl yönetebileceği konusunda yeni bir çerçeve oluşturacak. Ayrıca, COP30’un 2025’te Brezilya Amazonları’nda yapılacak olması, biyolojik çeşitliliği koruma ve doğaya dayalı risklerle mücadele konusunda uluslararası bir odaklanmayı sağlayacak.
7- Tedarik Zinciri
2025’te, artan jeopolitik, düzenleyici ve iklimsel zorluklar nedeniyle şirketler sürdürülebilir tedarik zinciri yönetimi konusunda daha fazla baskı altında olacak. 2024 seçim sonuçları, korumacılık politikalarını artırma potansiyeliyle birlikte, tedarik zincirlerinin sürdürülebilirliğini test edecek. Ticaret politikalarındaki değişiklikler, şirketlerin yeni tedarikçilere yönelmesini veya daha az seçenekle karşılaşmasını gerektirebilir, bu da dikkatli değerlendirme süreçlerini zorlaştırabilir. Ayrıca, tedarik zinciri kısıtlamaları ürün maliyetlerini artırabilir ve şirketlerin erişim ve uygun fiyat sağlamasını zorlaştırabilir.
Birçok şirketin tedarik zinciri, özellikle gıda ve içecek üreticilerinin, iklimsel risklerden giderek daha fazla etkileniyor. 2024’te Vietnam’daki tayfun, Panama Kanalı’ndaki kuraklık kısıtlamaları ve Fransa’daki aşırı yağışlar gibi olaylar tedarik zincirlerinde kesintilere yol açtı. Ancak, S&P Global raporuna göre, birçok şirket henüz tedarik zinciri risklerini azaltmaya yönelik politikaları benimsemede erken aşamalarda. Örneğin, 2023 S&P Global Kurumsal Sürdürülebilirlik Değerlendirmesi’ne göre, şirketlerin sadece %17’si yeni tedarikçilerini sürdürülebilirlikle ilgili riskler açısından değerlendiren açık süreçlere sahip.
8 – Adil Enerji Geçişi
2025’te adil enerji geçişi konusunda gerilim devam edecek. Bu, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki insanlar üzerinde iklim değişikliğiyle mücadele çabalarının etkilerini, özellikle sınırlı kaynakları olanlar için olumsuz sonuçlarını ele alacak. Gelişmekte olan ülkeler, düşük karbonlu geçiş için enerji ihtiyaçlarını karşılarken zorluklarla karşılaşacak ve bu durum küresel ekonomik ve sosyal riskleri artırabilir. Bu geçişin adil ve eşit şekilde yapılabilmesi için, iklim değişikliğinin ve biyolojik çeşitlilik kaybının insanlar üzerindeki etkileri ve yerli halkların korumadaki rolleri daha fazla kabul edilecektir. Ayrıca, özel sektör için iş gücü sağlama, topluluk ilişkileri ve tedarik zinciri hakları gibi sosyal faktörler de büyük önem taşıyacak.
9- Yapay Zeka
2025’te yapay zekanın (YZ) enerji kullanımı ile iklim hedeflerine katkısı arasındaki denge daha acil bir konu haline gelecek. YZ, enerji verimliliğini artırma ve emisyon ölçümü gibi sürdürülebilirlik açısından faydalı olabilirken, YZ’nin veri merkezleri yüksek enerji talebi yaratıyor ve bu enerji büyük ölçüde fosil yakıtlardan sağlanıyor. Yenilenebilir enerji ve temiz enerji kaynaklarına yönelim artacak, ancak fosil yakıtlardan bağımsızlaşmak zaman alacak. YZ’nin şirketlerin karbonsuzlaşmasına nasıl yardımcı olduğuna dair veriler ise sınırlı. 2025’te bu teknolojinin faydaları daha belirgin hale gelebilir.
10- Sürdürülebilirlik Raporlaması
2025’te sürdürülebilirlik raporlamasında küresel uyum sağlama çabaları hızlanacak, özellikle Global Reporting Initiative (GRI) ve International Sustainability Standards Board (ISSB) gibi standart belirleyiciler arasındaki işbirliğiyle. Avrupa’da, bazı şirketler için Corporate Sustainability Reporting Directive (CSRD) kapsamında raporlama dönemi başlayacak. Ancak, şirketler üzerindeki raporlama yüklerinin artacağına dair endişeler ve regülasyonlar konusunda direnç, bu süreci yavaşlatabilir. ABD’de ise, önerilen iklim raporlama kurallarına karşı politik direniş ve yasal engeller söz konusu.
Son yıllarda, hem varlık sahiplerinin hem de yöneticilerin UNPRI ve BM Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri gibi küresel girişimleri giderek daha fazla benimsemesiyle, yatırımcıların ilgisinde ESG uyumlu yatırımlara doğru gözle görülür bir değişim yaşandı. Bu eğilime, sürdürülebilir yatırım seçeneklerine yönelik perakende talebinde gözle görülür bir artış eşlik ediyor. Bu değişimler, varlık sahiplerinin ve yöneticilerinin ESG hakkındaki duruşlarını ve yatırım karar alma süreçlerindeki rolünü net bir şekilde tanımlamaları için bir fırsat yaratıyor.
ESG faktörleri ile yatırım kararı alma arasındaki gelişen bağlantı, fonları ve varlık yönetimi sektörünü önemli ölçüde etkiliyor. Varlık sahipleri ve yöneticileri, önerilen herhangi bir işlemde veya yatırım kararında ESG hususlarını hesaba katmak konusunda kendilerini giderek daha fazla yükümlü buluyorlar. Bu, sürdürülebilirlik risklerinin uygun şekilde değerlendirilmesini ve yatırımların müvekkillerinin veya yararlanıcılarının ESG tercihleriyle uyumlu olmasını sağlar. Sonuç olarak, ESG konularının entegrasyonu yalnızca bir uyum çalışması olmaktan çıkıp varlık sahipleri ve yöneticileri için temel bir iş hususu haline geldi.
Bu gelişmeleri yakından takip ederek, işletmelerin ESG süreçlerinde ihtiyaçları olan entegrasyonu sağlama konusunda geniş deneyime sahibiz. Hizmetlerimiz, organizasyon düzeyinde stratejik ve operasyonel tavsiyeler sunmaktan, ESG ile ilgili stratejilerin başlatılmasına veya yatırım yapılmasına yardımcı olmaya kadar uzanır.
Kurumsal amaç, hesap verebilirlik ve operasyonel dayanıklılığa artan vurgu, kurumsal stratejiler kapsamında çevresel, sosyal ve yönetişim (ESG) hususlarının önemini artırmaya devam ediyor.
Geçmişte bu tür konular genellikle finansal değeri azaltıcı olarak görülebilirken, artık sürdürülebilir iş uygulamalarının yalnızca riskleri azaltmakla kalmayıp aynı zamanda şirketlerin değerini de artırdığına dair giderek artan bir farkındalık var. Her işletmenin farklı riskleri olsa da, iklim değişikliği etkisi, yolsuzluk gibi etik ihlaller, işçi hakları ihlalleri, modern kölelik ve insan hakları ihlalleri, cinsel taciz iddiaları, iş yeri kültürü ve vergi kaçakçılığı gibi konular yaygın riskler arasında yer alıyor.
İşletmelere, fırsatları yakalarken ESG risklerini etkili bir şekilde yönetmeye yönelik stratejileri anlamalarına ve uygulama süreçlerinde yol arkadaşı oluyoruz. Yönetişim, insan hakları, iklimle ilgili kaygılar ve topluluk katılımını kapsayan derin uzmanlığımızdan ve kapsamlı pazar bilgimizden yararlanarak, işletmelerin uzun vadeli dayanıklı temellerde, başarı bir ESG ortamını en sağlıklı yöntemlerle yönetecek stratejileri geliştiriyoruz.