Karbonsuz enerjiye geçiş, dünya genelinde iklim değişikliğiyle mücadele adına kritik bir adım olarak kabul ediliyor. Türkiye’nin fosil yakıt kullanımından uzaklaşarak yenilenebilir enerji temelli bir üretim ekosistemi oluşturma hedefi, hem çevresel hem de ekonomik anlamda önemli dönüşümleri beraberinde getiriyor. SHURA Enerji Dönüşümü Merkezi’nin “Net Sıfır 2053: Türkiye’de Karbonsuz Enerjiye Geçişin Sosyoekonomik Etkileri” başlıklı raporu, bu dönüşümün Türkiye ekonomisi ve toplumu üzerindeki potansiyel etkilerini detaylı bir şekilde analiz ediyor.
Karbonsuz enerjiye geçiş, sadece enerji sistemlerinde değil, sanayi yapısında ve ulaşım sektörlerinde de kapsamlı değişiklikler gerektiriyor. Enerji dönüşümünün Türkiye’nin Gayri Safi Yurtiçi Hasılası (GSYİH) üzerindeki etkisi, değişken senaryolar altında %0,2 ile %2,1 arasında tahmin ediliyor. Bu, ekonomik büyüme için önemli bir fırsat sunarken, aynı zamanda imalat sanayisi üzerinde de olumlu etkiler yaratma potansiyeline sahip.
Karbonsuz enerjiye geçiş, yeni iş alanlarının yaratılmasını teşvik ediyor. İstihdam üzerindeki olumlu etkilerin %1,6 ile %6,2 arasında değişmesi bekleniyor. Ancak, bu süreçte ortaya çıkabilecek sosyal adalet sorunları, dönüşümün adil bir şekilde gerçekleştirilmesi gerektiğini gösteriyor. Düşük ücretler ve yüksek istihdam arasındaki dengenin sağlanması, toplumsal istikrar açısından kritik bir konu olarak öne çıkıyor.
Enerji dönüşümü, finansman ve yatırımların doğru bir şekilde yönlendirilmesiyle mümkün hale geliyor. Dış kaynaklı finansman senaryolarında, GSYİH’nin kendi kendini finanse eden bir modele kıyasla %1,6 oranında daha yüksek olacağı öngörülüyor. Bu durum, yenilenebilir enerji projelerinin yanı sıra diğer sektörlere de yatırım yapılmasının önemini vurguluyor.
Fosil yakıtlara dayalı sanayi kollarında yaşanacak kayıplar, temiz enerji kaynaklı üretim artışlarıyla büyük ölçüde dengelenecek. İmalat sanayisinde dönüşümün etkisinin %2,2 ile %0,1 arasında kalacağı tahmin ediliyor. Bu süreçte, finansmana erişim ve dengeli bir sanayi politikası geliştirilmesi, olumsuz etkilerin en aza indirilmesinde önemli bir rol oynuyor.
Enerji ithalatına bağımlılığın azalması, Türkiye’nin dış ticaret dengesini olumlu yönde etkileyecek. Ekipman ithalatında artış olsa da, genel ticaret dengesinde GSYİH’nın %1,8’i kadar olumlu bir etki bekleniyor. Temiz enerji ekipmanlarının ihracatına yönelik stratejik politikalar geliştirilmesi, ek ekonomik kazançlar sağlayabilir.
Enerji dönüşümünün sağladığı faydaların, maliyetlerin iki katı kadar olacağı öngörülüyor. 2021-2055 döneminde yıllık ortalama maliyetin 26 milyar dolar, yıllık ortalama faydaların ise 51,4 milyar dolar seviyesinde olması bekleniyor. Bu faydaların büyük bir kısmı, hava kirliliği ve karbon emisyonlarının azaltılmasıyla sağlanacak sosyal refah kazanımlarından kaynaklanacak.
Gelişmiş ülkeler, karbonsuz enerjiye geçiş süreçlerinde çeşitli stratejiler benimsemiş durumda. Örneğin, Avrupa Birliği’nin Yeşil Mutabakatı, iklim değişikliği ile mücadele için kapsamlı bir yol haritası sunuyor ve 2030 yılı itibarıyla emisyonları %55 oranında azaltmayı hedefliyor Bu süreç, yenilenebilir enerji yatırımlarını teşvik etme, istihdamı artırma ve enerji verimliliğini sağlama amacını taşıyor. Ayrıca, hukuksal düzenlemelerin güçlendirilmesi, dönüşümün başarısı için kritik bir unsur olarak öne çıkıyor.
Türkiye’nin karbonsuz enerjiye geçişi, uluslararası sözleşmeler ve ulusal mevzuat çerçevesinde destekleniyor. Paris İklim Anlaşması ve Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri, Türkiye’nin bu alandaki hedeflerini güçlendiren önemli hukuksal çerçeveler sunuyor. Enerji dönüşümünü hızlandırmak için gerekli yasal düzenlemelerin yapılması, yatırımcıların güvenini artıracak ve dönüşüm sürecini kolaylaştıracak.
Türkiye’nin karbonsuz enerjiye geçiş süreci, büyük bir ekonomik ve sosyal dönüşüm fırsatı sunuyor. SHURA Enerji Dönüşümü Merkezi’nin raporu, bu dönüşümün potansiyel etkilerini detaylı bir şekilde ortaya koyuyor ve Türkiye’nin sürdürülebilir bir gelecek için attığı adımların önemini vurguluyor. Dönüşüm sürecinin adil ve dengeli bir şekilde yönetilmesi, toplumsal kabul ve katılım açısından hayati bir önem taşıyor. Gelişmiş ülkelerin deneyimleri ve hukuksal çerçeveler, Türkiye’nin bu yolda alacağı önlemler açısından önemli bir kaynak oluşturuyor.
Son yıllarda, hem varlık sahiplerinin hem de yöneticilerin UNPRI ve BM Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri gibi küresel girişimleri giderek daha fazla benimsemesiyle, yatırımcıların ilgisinde ESG uyumlu yatırımlara doğru gözle görülür bir değişim yaşandı. Bu eğilime, sürdürülebilir yatırım seçeneklerine yönelik perakende talebinde gözle görülür bir artış eşlik ediyor. Bu değişimler, varlık sahiplerinin ve yöneticilerinin ESG hakkındaki duruşlarını ve yatırım karar alma süreçlerindeki rolünü net bir şekilde tanımlamaları için bir fırsat yaratıyor.
ESG faktörleri ile yatırım kararı alma arasındaki gelişen bağlantı, fonları ve varlık yönetimi sektörünü önemli ölçüde etkiliyor. Varlık sahipleri ve yöneticileri, önerilen herhangi bir işlemde veya yatırım kararında ESG hususlarını hesaba katmak konusunda kendilerini giderek daha fazla yükümlü buluyorlar. Bu, sürdürülebilirlik risklerinin uygun şekilde değerlendirilmesini ve yatırımların müvekkillerinin veya yararlanıcılarının ESG tercihleriyle uyumlu olmasını sağlar. Sonuç olarak, ESG konularının entegrasyonu yalnızca bir uyum çalışması olmaktan çıkıp varlık sahipleri ve yöneticileri için temel bir iş hususu haline geldi.
Bu gelişmeleri yakından takip ederek, işletmelerin ESG süreçlerinde ihtiyaçları olan entegrasyonu sağlama konusunda geniş deneyime sahibiz. Hizmetlerimiz, organizasyon düzeyinde stratejik ve operasyonel tavsiyeler sunmaktan, ESG ile ilgili stratejilerin başlatılmasına veya yatırım yapılmasına yardımcı olmaya kadar uzanır.
Kurumsal amaç, hesap verebilirlik ve operasyonel dayanıklılığa artan vurgu, kurumsal stratejiler kapsamında çevresel, sosyal ve yönetişim (ESG) hususlarının önemini artırmaya devam ediyor.
Geçmişte bu tür konular genellikle finansal değeri azaltıcı olarak görülebilirken, artık sürdürülebilir iş uygulamalarının yalnızca riskleri azaltmakla kalmayıp aynı zamanda şirketlerin değerini de artırdığına dair giderek artan bir farkındalık var. Her işletmenin farklı riskleri olsa da, iklim değişikliği etkisi, yolsuzluk gibi etik ihlaller, işçi hakları ihlalleri, modern kölelik ve insan hakları ihlalleri, cinsel taciz iddiaları, iş yeri kültürü ve vergi kaçakçılığı gibi konular yaygın riskler arasında yer alıyor.
İşletmelere, fırsatları yakalarken ESG risklerini etkili bir şekilde yönetmeye yönelik stratejileri anlamalarına ve uygulama süreçlerinde yol arkadaşı oluyoruz. Yönetişim, insan hakları, iklimle ilgili kaygılar ve topluluk katılımını kapsayan derin uzmanlığımızdan ve kapsamlı pazar bilgimizden yararlanarak, işletmelerin uzun vadeli dayanıklı temellerde, başarı bir ESG ortamını en sağlıklı yöntemlerle yönetecek stratejileri geliştiriyoruz.