

Greenhushing, şirketlerin sürdürülebilirlik hedeflerini ya da çevresel taahhütlerini kamuya açıklamaktan özellikle kaçınmaları anlamına geliyor. Bu durum, çoğunlukla “hedefleri gerçekleştirememe korkusu” ya da “yeşil aklama (greenwashing) ile suçlanma endişesi” nedeniyle ortaya çıkıyor.
Son yıllarda yapılan araştırmalar bu eğilimin düşündüğümüzden çok daha yaygın olduğunu gösteriyor. Örneğin South Pole’un 2022’de yaptığı bir ankette, iklim hedefi olan şirketlerin yaklaşık %23’ü bu hedeflerini kamuya açıklamadığını belirtti. Yani dört şirketten biri, sürdürülebilirlik stratejisini bilerek sessiz tutuyor. Dahası, bu sessizlik yalnızca küçük işletmelerle sınırlı değil; büyük ve küresel şirketlerin de aynı yolu tercih ettiği görülüyor.
Bir başka araştırma ise yatırımcı güveni üzerinde dikkat çekici bir etkiyi ortaya koyuyor: Yatırımcıların %70’inden fazlası, iklim hedeflerini açıkça paylaşan şirketlere, hedeflerini gizleyen şirketlere kıyasla daha fazla güven duyduklarını söylüyor. Bu, aslında greenhushing’in uzun vadede marka değerini ve yatırım ilişkilerini olumsuz etkileyebileceğine işaret ediyor.
Öte yandan tüketici davranışları da bu sessizliği riskli kılıyor. NielsenIQ’nun 2023 raporuna göre, küresel tüketicilerin %78’i, sürdürülebilirlik konusunda şeffaf olan markaları tercih ediyor. Buna rağmen, markaların önemli bir kısmı “fazla iddialı görünmekten” çekinerek iklim hedeflerini açıklamıyor.
Şirketler Neden Sessiz Kalıyor?
Greenhushing’in arkasında birkaç temel neden yatıyor:
● Eleştiri korkusu: Hedeflerin tutturulamaması veya yapılanların yetersiz bulunması endişesi.
● Siyasi ve toplumsal baskılar: Özellikle ESG (Çevresel, Sosyal ve Yönetişim) konularında artan kutuplaşma, şirketleri daha temkinli hale getiriyor.
● Rekabet endişesi: Bazı firmalar, stratejilerini rakiplerine karşı “ticari sır” gibi saklayabiliyor.
Greenhushing’in en bilinen örneklerinden biri, bazı küresel şirketlerin “net sıfır” veya “karbon nötr” hedeflerini kamuya açıklamaktan kaçınmasıdır. Örneğin, büyük bir tüketim malları şirketi 2030 için iddialı emisyon azaltım hedefleri belirlemiş olsa da bunları sadece iç raporlarında tutarak kamuya duyurmadı. Bunun nedeni, yatırımcıların veya tüketicilerin bu hedefleri “yeterince iddialı değil” diye eleştirmesinden duyulan endişeydi. Sonraki yıllarda bu durum medyaya yansıdığında şirket, şeffaf davranmamakla eleştirildi ve kamuoyu baskısı altında daha net ve görünür bir iklim yol haritası paylaşmak zorunda kaldı. Yani greenhushing, kısa vadede eleştiriden kaçınma yöntemi gibi görünse de uzun vadede daha büyük bir itibar kaybına yol açabiliyor.
Türkiye’de de benzer bir dinamik gözlenebilir. Şirketler sürdürülebilirlik raporları hazırlasa bile, çoğu zaman “hedef açıklama” konusunda çekimser davranabiliyor. Bunun başlıca nedenlerinden biri, henüz tüm sektörleri kapsayan net bir sürdürülebilirlik raporlama mevzuatının olmaması. Ayrıca, kamuoyunda çevre ve iklim meselelerine dair tartışmaların genellikle “greenwashing” odaklı olması da şirketleri temkinli kılabiliyor. Yani firmalar, “çok iddialı” bir açıklama yaparlarsa eleştirileceklerini, “yeterince iddialı değil” bulunurlarsa da güven kaybedeceklerini düşünüyor. Bu gri alan, Türkiye’de greenhushing’in yayılmasına uygun bir zemin oluşturuyor.
Sessizlik, kısa vadede güvenli bir liman gibi görünse de uzun vadede ciddi sorunlar doğurabiliyor:
● Şeffaflık eksikliği, paydaş güvenini zedeliyor.
● İlham eksikliği, sektörde ortak ilerlemeyi yavaşlatıyor.
● Düzenleyici uyum riski, özellikle Avrupa’daki gibi sıkı raporlama zorunluluklarında şirketleri zor durumda bırakabiliyor.
Greenhushing, günümüzde farklı sektörlerde karşılaşılan ve giderek daha fazla dikkat çeken bir olgu olarak öne çıkmaktadır. Hem büyük ölçekli hem de küçük işletmelerde gözlemlenen bu yaklaşım, şirketlerin sürdürülebilirlik hedeflerini yönetme ve bunları kamuya aktarma biçimlerinde önemli bir eğilimi ortaya koymaktadır. Yapılan araştırmalar, greenhushing’in yatırımcı güveni, tüketici tercihleri ve düzenleyici süreçlerle doğrudan ilişkili olduğunu göstermektedir. Bu nedenle kavram, sürdürülebilirlik tartışmalarında ve kurumsal stratejilerde üzerinde durulması gereken önemli bir konu haline gelmiştir.
Yeşil hedeflerin paylaşımı konusunda gelecekte ise farklı eğilimler gözlemlenebilir. Özellikle Avrupa Birliği’nin Kurumsal Sürdürülebilirlik Raporlama Direktifi (CSRD) gibi düzenlemeler, şirketlerin çevresel verilerini daha şeffaf biçimde raporlamasını teşvik edebilir. Bu durum, greenhushing eğilimini azaltma potansiyeli taşır. Ancak, şirketlerin bu sürece nasıl uyum sağlayacağı ve raporlamayı hangi ölçüde benimseyeceği, sektörlerin dinamiklerine ve yerel uygulamalara bağlı olarak değişebilir. Dolayısıyla, önümüzdeki dönemde daha fazla şeffaflık yönünde gelişmeler görülebileceği gibi, bazı şirketlerin ihtiyatlı davranmaya devam etmesi de mümkün.
İngiltere’de İş Yapmak İsteyen Şirketler İçin Greenhushing’in Hukuki Riskleri
Greenhushing yalnızca yatırımcı güveni ya da tüketici tercihleri açısından değil, aynı zamanda hukuki ve idari süreçlerde de ciddi sonuçlar doğurabilir. Özellikle İngiltere’de iş yapmak isteyen yabancı şirketler açısından bu risk daha da belirgindir.
Birleşik Krallık, Çevresel, Sosyal ve Yönetişim (ESG) raporlaması konusunda giderek sıkılaşan kurallara sahip olup, şirketlerden faaliyetlerini şeffaf şekilde açıklamalarını beklemektedir. İngiltere’de faaliyet gösterecek veya yatırım alacak şirketlerin, çevresel taahhütlerini gizlemesi ya da şeffaf raporlama yapmaktan kaçınması şu sonuçlara yol açabilir:
● Vize ve Çalışma İzinleri Üzerinde Etki: İngiltere hükümeti, iş dünyasında faaliyet gösterecek yabancı şirketlerin sürdürülebilirlik kriterlerine uyumunu önemsemektedir. Şirketin “greenhushing” yaptığı anlaşılırsa, yatırımcı vizesi ya da iş kurma vizelerinin iptali veya yenilenmemesi söz konusu olabilir. Bu durum özellikle Global Business Mobility Visa veya Innovator Founder Visa gibi şirket faaliyetlerine dayalı vizelerde ciddi bir risk yaratır.
● İtibar Kaybı ve Kamu Otoriteleriyle Çatışma: Greenhushing, Birleşik Krallık’ta Competition and Markets Authority (CMA) tarafından yürütülen Green Claims Codekapsamında da dolaylı olarak gündeme gelebilir. Bir şirket sürdürülebilirlik hedeflerini bilerek saklarsa, bu durum tüketiciyi yanıltma ya da piyasa düzenini bozma olarak yorumlanabilir ve hukuki süreçlere konu olabilir.
● Yatırım ve Fonlama Engelleri: İngiltere merkezli bankalar ve yatırım fonları, şirketlerin ESG uyumluluğunu bir ön koşul olarak değerlendirmektedir. Greenhushing tespit edildiğinde şirketin yatırım alma, kredi kullanma veya kamu ihalelerine katılma ihtimali azalır.
● Uyum Yükümlülüklerinin İhlali: İngiltere’nin 2050 yılı Net Zero hedefiçerçevesinde, faaliyet gösteren tüm şirketler karbon emisyonlarını şeffaf biçimde raporlamak zorunda kalacaktır. Bu bağlamda greenhushing, yalnızca “sessizlik” değil, aynı zamanda hukuki yükümlülüğün ihlali anlamına gelebilir.
Dolayısıyla, İngiltere’de iş yapmak isteyen Türk şirketleri için greenhushing yalnızca bir iletişim stratejisi riski değil, aynı zamanda doğrudan hukuki, idari ve finansal yaptırımlara yol açabilecek kritik bir konudur. Bu nedenle şirketlerin, hedeflerini olduğundan daha az göstermek veya gizlemek yerine, şeffaf raporlama ve uluslararası standartlara uyum yolunu tercih etmeleri, uzun vadede sürdürülebilirlik ve güvenilirlik açısından daha doğru olacaktır.
Son yıllarda, hem varlık sahiplerinin hem de yöneticilerin UNPRI ve BM Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri gibi küresel girişimleri giderek daha fazla benimsemesiyle, yatırımcıların ilgisinde ESG uyumlu yatırımlara doğru gözle görülür bir değişim yaşandı. Bu eğilime, sürdürülebilir yatırım seçeneklerine yönelik perakende talebinde gözle görülür bir artış eşlik ediyor. Bu değişimler, varlık sahiplerinin ve yöneticilerinin ESG hakkındaki duruşlarını ve yatırım karar alma süreçlerindeki rolünü net bir şekilde tanımlamaları için bir fırsat yaratıyor.
ESG faktörleri ile yatırım kararı alma arasındaki gelişen bağlantı, fonları ve varlık yönetimi sektörünü önemli ölçüde etkiliyor. Varlık sahipleri ve yöneticileri, önerilen herhangi bir işlemde veya yatırım kararında ESG hususlarını hesaba katmak konusunda kendilerini giderek daha fazla yükümlü buluyorlar. Bu, sürdürülebilirlik risklerinin uygun şekilde değerlendirilmesini ve yatırımların müvekkillerinin veya yararlanıcılarının ESG tercihleriyle uyumlu olmasını sağlar. Sonuç olarak, ESG konularının entegrasyonu yalnızca bir uyum çalışması olmaktan çıkıp varlık sahipleri ve yöneticileri için temel bir iş hususu haline geldi.
Bu gelişmeleri yakından takip ederek, işletmelerin ESG süreçlerinde ihtiyaçları olan entegrasyonu sağlama konusunda geniş deneyime sahibiz. Hizmetlerimiz, organizasyon düzeyinde stratejik ve operasyonel tavsiyeler sunmaktan, ESG ile ilgili stratejilerin başlatılmasına veya yatırım yapılmasına yardımcı olmaya kadar uzanır.
Kurumsal amaç, hesap verebilirlik ve operasyonel dayanıklılığa artan vurgu, kurumsal stratejiler kapsamında çevresel, sosyal ve yönetişim (ESG) hususlarının önemini artırmaya devam ediyor.
Geçmişte bu tür konular genellikle finansal değeri azaltıcı olarak görülebilirken, artık sürdürülebilir iş uygulamalarının yalnızca riskleri azaltmakla kalmayıp aynı zamanda şirketlerin değerini de artırdığına dair giderek artan bir farkındalık var. Her işletmenin farklı riskleri olsa da, iklim değişikliği etkisi, yolsuzluk gibi etik ihlaller, işçi hakları ihlalleri, modern kölelik ve insan hakları ihlalleri, cinsel taciz iddiaları, iş yeri kültürü ve vergi kaçakçılığı gibi konular yaygın riskler arasında yer alıyor.
İşletmelere, fırsatları yakalarken ESG risklerini etkili bir şekilde yönetmeye yönelik stratejileri anlamalarına ve uygulama süreçlerinde yol arkadaşı oluyoruz. Yönetişim, insan hakları, iklimle ilgili kaygılar ve topluluk katılımını kapsayan derin uzmanlığımızdan ve kapsamlı pazar bilgimizden yararlanarak, işletmelerin uzun vadeli dayanıklı temellerde, başarı bir ESG ortamını en sağlıklı yöntemlerle yönetecek stratejileri geliştiriyoruz.