Tüketici uyuşmazlıklarında dava şartı olarak arabuluculuk, 28.7.2020 tarihli ve 31199 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi. Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 73/A maddesi olarak getirilen düzenlemeyi inceledik.
A. Bir Alternatif Uyuşmazlık Çözüm Yöntemi Olarak Arabuluculuk
Bir alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemi olarak arabuluculuk, yargı sürecini kısaltmakta, yargı üzerindeki iş yükünü azaltmakta ve dolayısıyla uyuşmazlığın çözüm maliyetini de düşürmektedir. Burada “alternatif” demekle kastedilen yargı sürecinin yerini alan bir yöntem değil, yargı sürecine destek olan ve tarafların daha hızlı sonuç almasını sağlayan bir çözüm yoludur. Arabuluculuk, alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemleri içinde en sık başvurulan yoldur.
İlk olarak ABD’de ortaya çıkan günümüz arabuluculuk işleyişi, Kıta Avrupası’ndaki karşılığını Avrupa Birliği çalışmaları ile bulmuş ve 2008/52/EC sayılı yönerge ile AB üye devletlerinin iç hukuklarında uygulanmaya başlanmıştır. Türkiye’de arabuluculuk kurumu, 2012 yılında yürürlüğe giren 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıkları Arabuluculuk Kanunu (HUAK) ile uygulanmaya başlanmış, özel hukuk alanında meydana gelen uyuşmazlıkların çözüm süreçlerini hızlandırarak maliyetleri düşürmekle beraber tarafların ortak iradesinden daha çok etkilenen bir yöntem olması dolayısıyla karşılıklı memnuniyeti artırmıştır. Yargı sürecinin uzunluğu göz önüne alındığında arabuluculuk yönteminin haftalar hatta günler ile ifade edilen sürelerde çözüm sağlaması tarafların bu yöntemi tercih etmelerinde temel sebep olarak görülmektedir.
A.1. Dava Şartı
HUAK’ın yürürlüğe girmesiyle birlikte arabuluculuk yönteminin etkin bir hale getirilmesi hedeflenerek özellikle yargıda iş yükü yüksek olan uyuşmazlıklar için zorunlu arabuluculuk sistemi geçerlilik kazanmıştır. Bu doğrultuda ilk olarak 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu kapsamında yapılan değişiklikler ile iş uyuşmazlıklarında; devamında 7155 sayılı Abonelik Sözleşmesinden Kaynaklanan Para Alacaklarına İlişkin Takibin Başlatılması Usulü Hakkında Kanun (6102 sayılı TTK m. 5/A – Ticari Uyuşmazlıklarda Arabuluculuk) ile ticari uyuşmazlıklarda arabuluculuk yöntemi tercih edilmiştir. Düzenlemelerden önce yalnızca ihtiyari bir yöntem olarak uygulanan arabuluculuk, düzenlemelerin ardından iş ve ticari uyuşmazlıklarda mümkün olduğu sürece zorunlu (dava şartı) arabuluculuk olarak uygulanmıştır.
Arabuluculuk süreci taraf iradelerinin sonucuyla başlayabileceği gibi çeşitli düzenlemeler ile de teşvik edilmektedir. HMK m. 137 hükmünde hakimin “…tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebileceği davalarda onları sulhe veya arabuluculuğa…” teşvik edebileceği belirtilmiştir. Bununla birlikte zorunlu arabuluculuk (dava şartı) uygulanmasına hükmedilen uyuşmazlık türleri de mevcuttur.
B. 7251 sayılı Kanun ile 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’a Getirilen Dava Şartı Olarak Arabuluculuk
22.7.2020 tarihinde TBMM’de kabul edilen ve 28.7.2020 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 7251 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 59. maddesi ile 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun (TKHK)’a getirilen 73/A maddesi ile “Dava şartı olarak arabuluculuk” tanımlanmıştır. Bu düzenleme ile tüketici mahkemelerinde görülen uyuşmazlıklarda dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması şartı getirilmiştir. Böylece uyuşmazlığın daha hızlı çözümü, dolayısıyla tüketicinin memnuniyeti hedeflenmiştir. Ayrıca bazı uyuşmazlıklar kapsam dışında tutulmuştur.
B.1. Dava Şartı Arabuluculuk Kapsamında Olmayan Uyuşmazlıklar
6502 sayılı TKHK m. 73/A hükmü ile arabulucuya başvurulmuş olunması dava şartı haline getirilirken kapsam dışında tutulan uyuşmazlıklar şunlardır:
a) “Hakem Heyetinin Görevi Kapsamında Kalan Uyuşmazlıklar”: Bu uyuşmazlıklar halihazırda tüketici mahkemelerine intikal etmeyen miktarda ihtilafları ifade etmektedir. Söz konusu uyuşmazlıkların sınırı parasal miktar şeklinde belirlenmekte olup, bu miktar her yıl güncellenmektedir. 2020 yılı için parasal sınır 10.390 Türk Lirası olup, Ticaret Bakanlığı tarafından Resmi Gazete’de yayımlanan 31.12.2019 tarih 30995 sayılı Tebliğ ile belirlenmiştir. Parasal sınırın belirlenmesinde 23.12.2019 tarihli 30987 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği’nde ifade edilmiş olan %22,58 oranındaki yeniden değerleme oranı referans alınmıştır. Buna göre 2020 yılı için Tüketici Hakem Heyetlerine yapılacak başvuru değeri (m. 3);
a) 6.920 Türk Lirasının altında bulunan uyuşmazlıklarda İlçe Tüketici Hakem Heyetleri,
b) Büyükşehir statüsünde olan illerde 6.920 Türk Lirası ile 10.390 Türk Lirası arasındaki uyuşmazlıklarda İl Tüketici Hakem Heyetleri,
c) Büyükşehir statüsünde olmayan illerin merkezlerinde 10.390 Türk Lirası arasındaki uyuşmazlıklarda İl Tüketici Hakem Heyetleri,
ç) Büyükşehir statüsünde olmayan illere bağlı ilçelerde 6.920 Türk Lirası ile 10.390 Türk Lirası arasındaki uyuşmazlıklarda İl Tüketici Hakem Heyetleri,
görevlidir.
Sonuç olarak, tüketici hakem heyetinin görevi kapsamındaki uyuşmazlıklar için dava şartı olarak arabulucuğa ilişkin hükümler uygulanmaz.
b) “Tüketici Hakem Heyeti Kararlarına Yapılan İtirazlar”: Parasal değeri itibariyle tüketici hakem heyetinin görevi kapsamında kalmış olup uyuşmazlığın çözümü sürecinde heyet tarafından verilen kararlara yapılacak itirazlarda arabulucuya başvuru zorunluluğu aranmamaktadır. Buna göre, heyet kararına itiraz sonucu tüketici mahkemesinde görülecek davada arabulucuya başvurmuş olunması dava şartı değildir.
c) “73 üncü Maddenin Altıncı Fıkrasında Belirtilen Davalar”: Söz konusu maddede belirtildiği üzere; tüketici örgütleri, ilgili kamu kurum ve kuruluşları ile Bakanlık tarafından genel olarak tüketicileri ilgilendiren ve TKHK’ya aykırılık oluşturma tehlikesi bulunan hallerin önlenmesi veya durdurulması amacıyla ihtiyati tedbir kararı alınması veya hukuka aykırı durumun tespiti, önlenmesi veya durdurulması için tüketici mahkemelerinde açılacak davalarda arabulucuya başvurulmuş olunması dava şartı olarak aranmamaktadır.
ç) “74 üncü maddede belirtilen davalar”: Bununla TKHK m. 74’te belirtilen; satışa sunulan bir seri malın ayıplı olduğunun tespiti, üretiminin veya satışının durdurulması, ayıbın ortadan kaldırılması ve satış amacıyla elinde bulunduranlardan toplatılması için Bakanlık, tüketiciler ve tüketici örgütleri tarafından açılacak davalar kastedilmektedir. Buna göre, seri malın ayıplı olduğunun tespiti ve ilgili diğer davalar için arabulucuya başvurulmuş olunması şartı bulunmamaktadır. Aynı şekilde Kanun’da belirtilen toplanılması ve imha edilmesi gerekli mallarla ilgili tüketicinin saklı olan dava hakları için de arabulucuya başvurulmuş olunması dava şartı olarak aranmayacaktır.
d) “Tüketici işlemi mahiyetinde olan ve taşınmazın aynından doğan uyuşmazlıklar”: Satıcı, hizmet sağlayıcı veya bunlar adına hareket eden gerçek ya da tüzel kişiler ile tüketici arasındaki her türlü sözleşmesel ve hukuki işlemden doğan uyuşmazlıkların çözüm sürecindeki davalar ile taşınmazlar üzerindeki ayni hakların kurulmasında (mülkiyet hakları) ortaya çıkan uyuşmazlıkların çözümü için açılan davalarda arabulucuya başvurulmuş olunması dava şartı olarak aranmayacaktır.
C. 6502 Sayılı TKHK m. 73/A’nın Diğer Hükümleri
Kanun’da yer alan diğer hükümler, tüketicinin arabuluculuk faaliyetine yönelik fiilleri, tüketicinin ödemesi gereken arabuluculuk ücreti ve arabuluculuk faaliyeti sonunda açılan davanın tüketici lehine sonuçlanması durumunda davalıdan tahsil olunacak arabuluculuk ücretinin akıbeti ile ilgilidir. Söz konusu hükümler şu şekildedir:
2) “7.6.2012 tarihli ve 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanununun 18/A maddesinin onbirinci fıkrası tüketici aleyhine uygulanmaz.”: Bu hüküm ile tüketici, söz konusu maddede belirtilen arabuluculuk toplantısına taraflardan birinin veya her ikisinin geçerli bir mazeret göstermeksizin ilk toplantıya katılmaması sebebiyle arabuluculuk faaliyetinin sona ermesi durumunda ortaya çıkacak birtakım zararlardan muaf tutulmaktadır. Geçerli bir mazeret göstermeksizin ilk toplantıya katılmaması durumunda HUAK’ın 18/A maddesinin onbirinci fıkrası uyarınca tüketicinin kısmen veya tamamen haklı çıkması halinde bile yargılama giderinin tamamından sorumlu tutulması, tüketici lehine vekalet ücretine hükmedilemeyeceği veya her iki tarafın da ilk toplantıya katılmaması sebebiyle sona eren arabuluculuk faaliyeti üzerine açılacak davalarda tarafların yargılama giderlerinin kendi üzerlerinde bırakılacağı hükümleri TKHK’nın 73/A maddesinin ikinci fıkrası kapsamında tüketici açısından geçersiz hale gelecektir.
3) “Arabuluculuk faaliyeti sonunda taraflara ulaşılamaması, taraflar katılmadığı için görüşme yapılamaması veya tarafların anlaşmaları ya da anlaşamamaları hâlinde tüketicinin ödemesi gereken arabuluculuk ücreti, Adalet Bakanlığı bütçesinden karşılanır. Ancak belirtilen hâllerde arabuluculuk ücreti, Arabuluculuk Asgari Ücret Tarifesinin eki Arabuluculuk Ücret Tarifesinin Birinci Kısmına göre iki saatlik ücret tutarını geçemez.”: Bu maddede arabuluculuk faaliyetinin akıbeti ne olursa olsun, tüketicinin ödemesi gereken arabuluculuk ücretinin Adalet Bakanlığı tarafından karşılanacağı belirtilmiştir. Karşılanacak tutar ile ilgili sınır olarak arabuluculuk ücretinin Arabuluculuk Asgari Ücret Tarifesinin eki Arabuluculuk Ücret Tarifesinin Birinci Kısmına göre iki saatlik ücret tutarını geçemeyeceği belirlenmiştir.
4) “Arabuluculuk faaliyeti sonunda açılan davanın tüketici lehine sonuçlanması halinde arabuluculuk ücreti, 6183 sayılı Kanun hükümlerine göre davalıdan tahsil olunarak bütçeye gelir kaydedilir.”: Uyuşmazlığın arabuluculuk faaliyeti ile çözümlenmeyerek dava açılması ve davanın tüketici lehine sonuçlanması ile davalı 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerince arabuluculuk ücretini ödemek zorunda kalacaktır. Tahsil olunan ücret Adalet Bakanlığı bütçesine gelir olarak kayıt edilecektir.
Sonuç
22.7.2020 tarihinde TBMM tarafından kabul olunan ve 28.7.2020 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan 7251 sayılı HMK ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 59. maddesi ile tüketici mahkemelerinde görülen uyuşmazlıklarda dava açılmadan önce arabulucuya başvurmuş olmak dava şartı olarak belirlenmiştir. Düzenlemenin amacı tüketici uyuşmazlıklarında yargı üzerindeki iş yükünü hafifletmek, uyuşmazlıkların çözüm maliyetlerini düşürmek ve uyuşmazlıkların çözümünü hızlandırmaktır.
Kanun ile arabulucuya başvurulmuş olunmasının dava şartı olmasına karşılık dava şartı olarak arabuluculuğa ilişkin hükümlerin uygulanmayacağı hususlar da belirtilmiştir. Bu hükümlerden Kanun Koyucu’nun belirli durumlarda arabuluculuğun işlevsiz olacağını öngördüğünü söylemek mümkündür.
Arabuluculuk faaliyetinin nasıl sonlandığından bağımsız olarak tüketicinin ödemesi gereken arabuluculuk ücreti, Adalet Bakanlığı bütçesi tarafından karşılanmakta ve böylece tüketicinin dava şartı olarak belirlenen arabulucuya başvurması teşvik edilmektedir. Buna karşılık tüketicinin geçerli mazeret göstermeksizin ilk toplantıya katılmayarak arabuluculuk faaliyetini sonlandırmasıyla tüketicinin yargı giderlerini ödemesini ve tüketici lehine vekalet ücretine hükmedilemeyeceğini hükmeden 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’nun 18/A maddesinin onbirinci fıkrasının tüketici aleyhine uygulanamayacağı hükmü ile tüketicinin lehine bir düzenleme olarak değerlendirilebilir.
Son yıllarda, hem varlık sahiplerinin hem de yöneticilerin UNPRI ve BM Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri gibi küresel girişimleri giderek daha fazla benimsemesiyle, yatırımcıların ilgisinde ESG uyumlu yatırımlara doğru gözle görülür bir değişim yaşandı. Bu eğilime, sürdürülebilir yatırım seçeneklerine yönelik perakende talebinde gözle görülür bir artış eşlik ediyor. Bu değişimler, varlık sahiplerinin ve yöneticilerinin ESG hakkındaki duruşlarını ve yatırım karar alma süreçlerindeki rolünü net bir şekilde tanımlamaları için bir fırsat yaratıyor.
ESG faktörleri ile yatırım kararı alma arasındaki gelişen bağlantı, fonları ve varlık yönetimi sektörünü önemli ölçüde etkiliyor. Varlık sahipleri ve yöneticileri, önerilen herhangi bir işlemde veya yatırım kararında ESG hususlarını hesaba katmak konusunda kendilerini giderek daha fazla yükümlü buluyorlar. Bu, sürdürülebilirlik risklerinin uygun şekilde değerlendirilmesini ve yatırımların müvekkillerinin veya yararlanıcılarının ESG tercihleriyle uyumlu olmasını sağlar. Sonuç olarak, ESG konularının entegrasyonu yalnızca bir uyum çalışması olmaktan çıkıp varlık sahipleri ve yöneticileri için temel bir iş hususu haline geldi.
Bu gelişmeleri yakından takip ederek, işletmelerin ESG süreçlerinde ihtiyaçları olan entegrasyonu sağlama konusunda geniş deneyime sahibiz. Hizmetlerimiz, organizasyon düzeyinde stratejik ve operasyonel tavsiyeler sunmaktan, ESG ile ilgili stratejilerin başlatılmasına veya yatırım yapılmasına yardımcı olmaya kadar uzanır.
Kurumsal amaç, hesap verebilirlik ve operasyonel dayanıklılığa artan vurgu, kurumsal stratejiler kapsamında çevresel, sosyal ve yönetişim (ESG) hususlarının önemini artırmaya devam ediyor.
Geçmişte bu tür konular genellikle finansal değeri azaltıcı olarak görülebilirken, artık sürdürülebilir iş uygulamalarının yalnızca riskleri azaltmakla kalmayıp aynı zamanda şirketlerin değerini de artırdığına dair giderek artan bir farkındalık var. Her işletmenin farklı riskleri olsa da, iklim değişikliği etkisi, yolsuzluk gibi etik ihlaller, işçi hakları ihlalleri, modern kölelik ve insan hakları ihlalleri, cinsel taciz iddiaları, iş yeri kültürü ve vergi kaçakçılığı gibi konular yaygın riskler arasında yer alıyor.
İşletmelere, fırsatları yakalarken ESG risklerini etkili bir şekilde yönetmeye yönelik stratejileri anlamalarına ve uygulama süreçlerinde yol arkadaşı oluyoruz. Yönetişim, insan hakları, iklimle ilgili kaygılar ve topluluk katılımını kapsayan derin uzmanlığımızdan ve kapsamlı pazar bilgimizden yararlanarak, işletmelerin uzun vadeli dayanıklı temellerde, başarı bir ESG ortamını en sağlıklı yöntemlerle yönetecek stratejileri geliştiriyoruz.