Sahte haberden çocuk istismarına, terör propagandasından algoritmik manipülasyona kadar uzanan çevrimiçi tehditler son beş yılda keskin biçimde arttı. Bu tablo, ifade özgürlüğünü koruma ile dijital zararı önleme arasındaki dengeyi her ülkede yeniden tanımlıyor. Avrupa’dan Asya-Pasifik’e kadar pek çok yasa koyucu artık yalnız içerik kaldırmayı değil, proaktif risk yönetimini ve şeffaf algoritma denetimini zorunlu tutuyor; para cezaları ise şirketlerin küresel cirolarıyla orantılı rekor seviyelere ulaşıyor.
Dünyanın önde gelen düzenleyicileri üç omurga etrafında buluşuyor:
Avrupa Birliği
17 Şubat 2024’te tam yürürlüğe giren Digital Services Act (DSA), ihlallerde küresel cironun %6’sına kadar para cezası uygulayabiliyor. Komisyon, bazı büyük platformlar üzerinde çocuk güvenliği ve dezenformasyon soruşturmaları başlattı.
Birleşik Krallık
Online Safety Act 2023 kapsamındaki ilk “yasadışı içerik risk değerlendirmesi” dosyalarının 31 Mart 2025’e kadar Ofcom’a sunulması gerekiyor. Uyumsuzluk durumunda %10 küresel ciroya ulaşabilen para cezalarının yanı sıra kıdemli yöneticiler için kişisel sorumluluk da öngörülüyor.
Kanada
Bill C-63 – Online Harms Act 2025 başında Meclis’te üçüncü okumaya ilerledi. Tasarı, bağımsız bir Dijital Güvenlik Komisyonu kurarken, ihlallerde %8’e varan küresel ciro cezası ve 25 milyon CAD’a kadar sabit para cezası getiriyor.
Avustralya
Hükümet, 2025 bütçesinde <16 yaş için sosyal medya yasağının uygulanması amacıyla yaş doğrulama teknolojilerine 6,5 milyon A$ ayırdı; düzenleme yedi ay içinde yürürlüğe girecek.
Singapur
IMDA’nın 2023 tarihli Online Safety Code’u, uyumsuz platformlara 1 milyon S$’a kadar temel, devam eden ihlallerde ise günlük 100 bin S$’lık ek ceza öngörüyor; tekrarlayan ihlallerde hizmet tamamen engellenebiliyor.
Hindistan
2023’te kabul edilen Digital Personal Data Protection Act taslak kuralları, veri ihlallerinde ₹250 crore (≈30 milyon USD) limite kadar para cezası getiriyor ve sınır-ötesi veri aktarımını zorlaştırıyor.
Brezilya
Conanda Kararı 245/2024, çocuk odaklı zararlı içerik tanımlarını genişletti; uyumsuz platformlar günlük para cezasıyla karşı karşıya kalırken, çocuk istismarı içeriğinde sorumlu yöneticilere hapis yaptırımı da öngörülüyor.
Ulusal yasalar önceliği; çocuk istismarı ve grooming, intihara teşvik, terör propagandası, nefret söylemi ve seçim-odaklı dezenformasyon içeriklerinin hızlı kaldırılmasına veriyor. Pek çok yargı bölgesinde bu içeriklere karşı “24 saat içinde aksiyon” standardı oluştu.
DSA’nın %6, BK’nin %10 ve Singapur’un günlük kümülatif ceza modelleri gibi oran-bazlı yaptırımlar, çok uluslu şirketler için yüz milyonlarca dolarlık risk anlamına geliyor. Avustralya ve Hindistan, sabit tavanlı yüksek idari para cezalarıyla aynı sertliği yansıtıyor.
Mevcut tabloyu okumak
Türkiye’nin dijital alanı hâlen 5651 sayılı İnternet Kanunu’nun “erişim engeli–içerik çıkar” mantığı etrafında şekilleniyor. 2024’te getirilen “4 saat içinde içerik kaldırma” yükümlülüğü ve genişletilmiş temsilci–raporlama kuralları, sosyal medya platformlarını operasyonel olarak Türkiye’de köklenmeye zorladı. Küresel platformlar, yerel veri saklama ve hızlı cevap şartlarını yerine getirmezse kademeli para cezası, reklam yasağı ve bant daraltma riskleriyle karşılaşıyor.
Anayasa Mahkemesi’nin freni
Ekim 2024’te Anayasa Mahkemesi, 5651’in “özel hukuk kişileri eliyle içerik çıkarma” mekanizmasını düzenleyen 9. maddesini iptal ederek ifade özgürlüğü lehine kritik bir boşluk yarattı. Hükümet şimdi, bu boşluğu AB’deki “hızlı mahkeme emri” modeline benzeyen yeni bir adli takedown prosedürüyle kapatmayı tartışıyor.
7418 sayılı Dezenformasyon Yasası’nın gölgesi
2022’den beri yürürlükte olan 7418 sayılı Kanun, “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçunu (TCK 217/A) ihdas ederek 1–3 yıl hapis öngörüyor. Bu düzenleme, platformların sorumluluğunu değil; içerik üreticisinin ceza hukukî sorumluluğunu öne çıkarıyor ve uluslararası sivil toplumda “yansız moderasyon” tartışmalarını hararetlendiriyor.
“Etki ajanlığı” girişimi—gitti mi, geri mi geliyor?
2024 sonbaharında TBMM’ye sunulan, yabancı etki yaratmayı “casusluk” kapsamında suç sayan tasarı, yoğun eleştiriler üzerine Kasım 2024’te geri çekildi; iktidar partisi “yeniden düzenleyip getireceğiz” diyor. Tasarının geri dönüşü, içerik üreticileri ve STK’lar nezdinde hukuki belirsizlik yaratmaya devam ediyor.
7545 sayılı Siber Güvenlik Kanunu—ilk risk-temelli adım
Mart 2025’te yürürlüğe giren 7545 sayılı Kanun, kritik altyapı tanımını genişleterek teknoloji şirketlerine “proaktif siber risk değerlendirmesi” ve 72 saat içinde KVKK-BTK ortak bildirim yükümlülüğü getiriyor. Böylece Türkiye, AB’nin Siber Dayanıklılık Tüzüğü’ne benzer şekilde “ürün yaşam döngüsü boyunca güvenlik” prensibine ilk kez açıkça yer verdi.
Çocuk koruması ve yaş doğrulama: Henüz taslak aşamasında
KVKK, 2024’te yayımladığı rehberde çocuk verilerinin “açık rıza” üst sınırını 18 yaş olarak yorumlayarak platformlara yaş doğrulama mekanizmaları önerdi; ancak AB-BK düzeyindeki zorunlu teknik standartlar henüz kanunlaşmış değil. Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı’nın 2025 çalışma programında “Çevrimiçi Çocuk Güvenliği Yasa Taslağı” yer alıyor, fakat Meclis’e sunulmuş somut bir metin bulunmuyor.
Uygulayıcı kurumlar ve yaptırım pratiği
BTK erişim engeli ve bant daraltma kararlarını sürdürüyor; KVKK kişisel veri ihlallerinde milyon liralık para cezaları kesiyor; RTÜK ise isteğe bağlı yayın platformlarında (OTT) içerik sınırlama yetkisini genişletti. Ancak risk-temelli “algoritmik şeffaflık” raporu veya bağımsız denetim zorunluluğu hâlâ gündemde değil—Türkiye hâlen içerik odaklı engelleme ekseninde konumlanıyor.
2025 itibarıyla çevrimiçi güvenlik, veri koruma ile aynı sertlikte para cezası ve yönetici sorumluluğu doğuran yeni bir “mega-risk” alanına dönüştü. “Tek regülasyon-tek çözüm” modeli yerini bölgesel farklılıkları içeren çok katmanlı uyum stratejilerine bıraktı. Rekabette öne geçmek isteyen şirketler, yasal gereklilikten bir adım önde giderek çevrimiçi güvenliği ürün tasarımının ayrılmaz parçası hâline getirmeli; zira itibar, para cezası riskinden daha hızlı değer kaybediyor.
Türkiye’de ise, çevrimiçi güvenlikte bir yandan AB’nin DSA-veri risk yaklaşımına göz kırparken, diğer yandan hızlı takedown ve içerik suçlarına dayalı egemenlik-temelli modeli koruyor. 7545 sayılı Kanun, risk yönetimi dilini hukuka soktu; ancak Anayasa Mahkemesi’nin 5651 iptali ve ertelenen “etki ajanlığı” tartışması, düzenleyici çerçevenin henüz netleşmediğini gösteriyor. Önümüzdeki yılın kritik başlığı, kanun koyucunun bu boşluğu şeffaflık ve denetimle doldurma yönündeki eğilimi olacak görünüyor.
…………………………………………………………………
Bu metin bilgilendirme amaçlıdır; hukuki görüş teşkil etmez.
Son yıllarda, hem varlık sahiplerinin hem de yöneticilerin UNPRI ve BM Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri gibi küresel girişimleri giderek daha fazla benimsemesiyle, yatırımcıların ilgisinde ESG uyumlu yatırımlara doğru gözle görülür bir değişim yaşandı. Bu eğilime, sürdürülebilir yatırım seçeneklerine yönelik perakende talebinde gözle görülür bir artış eşlik ediyor. Bu değişimler, varlık sahiplerinin ve yöneticilerinin ESG hakkındaki duruşlarını ve yatırım karar alma süreçlerindeki rolünü net bir şekilde tanımlamaları için bir fırsat yaratıyor.
ESG faktörleri ile yatırım kararı alma arasındaki gelişen bağlantı, fonları ve varlık yönetimi sektörünü önemli ölçüde etkiliyor. Varlık sahipleri ve yöneticileri, önerilen herhangi bir işlemde veya yatırım kararında ESG hususlarını hesaba katmak konusunda kendilerini giderek daha fazla yükümlü buluyorlar. Bu, sürdürülebilirlik risklerinin uygun şekilde değerlendirilmesini ve yatırımların müvekkillerinin veya yararlanıcılarının ESG tercihleriyle uyumlu olmasını sağlar. Sonuç olarak, ESG konularının entegrasyonu yalnızca bir uyum çalışması olmaktan çıkıp varlık sahipleri ve yöneticileri için temel bir iş hususu haline geldi.
Bu gelişmeleri yakından takip ederek, işletmelerin ESG süreçlerinde ihtiyaçları olan entegrasyonu sağlama konusunda geniş deneyime sahibiz. Hizmetlerimiz, organizasyon düzeyinde stratejik ve operasyonel tavsiyeler sunmaktan, ESG ile ilgili stratejilerin başlatılmasına veya yatırım yapılmasına yardımcı olmaya kadar uzanır.
Kurumsal amaç, hesap verebilirlik ve operasyonel dayanıklılığa artan vurgu, kurumsal stratejiler kapsamında çevresel, sosyal ve yönetişim (ESG) hususlarının önemini artırmaya devam ediyor.
Geçmişte bu tür konular genellikle finansal değeri azaltıcı olarak görülebilirken, artık sürdürülebilir iş uygulamalarının yalnızca riskleri azaltmakla kalmayıp aynı zamanda şirketlerin değerini de artırdığına dair giderek artan bir farkındalık var. Her işletmenin farklı riskleri olsa da, iklim değişikliği etkisi, yolsuzluk gibi etik ihlaller, işçi hakları ihlalleri, modern kölelik ve insan hakları ihlalleri, cinsel taciz iddiaları, iş yeri kültürü ve vergi kaçakçılığı gibi konular yaygın riskler arasında yer alıyor.
İşletmelere, fırsatları yakalarken ESG risklerini etkili bir şekilde yönetmeye yönelik stratejileri anlamalarına ve uygulama süreçlerinde yol arkadaşı oluyoruz. Yönetişim, insan hakları, iklimle ilgili kaygılar ve topluluk katılımını kapsayan derin uzmanlığımızdan ve kapsamlı pazar bilgimizden yararlanarak, işletmelerin uzun vadeli dayanıklı temellerde, başarı bir ESG ortamını en sağlıklı yöntemlerle yönetecek stratejileri geliştiriyoruz.